Endişe mi ediyorsunuz, probleminizi çözmeye mi çalışıyorsunuz?
- At Şubat 15, 2021
- By okayilknur
- In Yaşam keyfi
- 0
En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim : Bir sorunla ilgili endişe etmenin ve sürekli onu düşünmenin sanki probleminizi çözmeye çalışıyormuşsunuz hissini vermesine rağmen, verimli düşünmeyi olumsuz etkilediği gösterilmiş (Sugiura, 2007, s.1622)
İsterseniz önce eş anlamlı gibi kullandığımız ama aslında farklı anlamları olan endişe ve kaygıya bakalım. Prof. Dr. Mehmet Z. Sungur, (2020) bireyin iç dünyasında yaşadığı yani iç dünyada olan korkusunu kaygı olarak tanımlar. Endişe ise kaygı ortaya çıktığı anda bu rahatsız eden duyguyu azaltmak için devreye giren düşüncelerimizdir. Yani endişenin temel amacı kaygıyı azaltıncaya kadar düşünceler devreye sokmaktır.
Beynimiz bizi güvende tutma amacıyla kaygılar üretip dururken, bu kaygıyı azaltmak için endişe denen düşüncelerimiz devreye girer, kaygı-endişe-kaygı döngüsü de sürekli üretim yapan bir imalat bandı gibi sürekli çalışıp durur.
Kaygılı olanların, kendi problem çözme becerileri konusunda negatif duygulara ve düşüncelere sahip olması da yüksek olasılık. Burada da başka bir açmaz ile karşılaşıyoruz. Kendimizi kötü hissetmeye başlayıp, bu hissin de yargılarımız ve karar alma süreçlerimizi olumsuz etkilemesine neden oluyoruz. Dikkatimizi olabilecek felaketler, gelebilecek tehlikeler üzerine yoğunlaştırdığımız için sadece probleme odaklananlara göre düşünce netliğimiz azalıyor, hedef odaklı düşünemez hale geliyoruz (Liera ve Newman, 2020).
Tamam, buraya kadarını zaten biliyoruz veya anladık diyorsanız; o zaman yapılacaklara geçebiliriz :
- Kaygıdan uzaklaşmak için nefes egzersizleri yapın, gözlerinizi kapatıp rahatlayın ve sadece nefes alıp verişinize odaklanın. Bunu yapamadıysanız veya hoşlanmadıysanız, yürüyüş, bisiklete binmek, duş almak gibi bir aktivite ile endişeli düşünce akışını kesmeye çalışın.
- Olabilecek kötü olayları, nelerin felakete dönüşebileceğini mi düşünmeye mi saplandınız? Onun yerine dikkatinizi sadece hedefinize yönlendirmeye çalışın. Nelerin kötü gidebileceğini düşünmek yerine, nelerin olmasını istediğinize odaklanın.
- Çözüm bulmaya çalışırken, olası tüm çözümlerin etkisiz kalacağını mı düşünüyorsunuz? Eğer kaygılıysak çok daha kötümser olacağımızı hatırlayın. Aklınıza gelen çözümleri bir kağıda not edin. Saçma, etkisiz, eksik de gelse önemli değil. Burası bir başlangıç noktası. Bu maddeler içinden tekrar seçim yapabilir, çözüm fikirlerinizi iyileştirebilirsiniz.
Kısaca ; probleme çözüm ararken, önce duygularınızı düzenleyin, sakinleşin, hedefi belirleyin, yargısız bir zihinle olayları inceleyin ve en önemlisi iyimser olmaya çalışın.
Bu süreçte düşüncelerinizin yine olumsuzluğa, kötümserliğe, felaketleştirmeye kaydığını fark ederseniz, vazgeçmeyin! Zihninizin x yıldan beri alışkın olduğu durum kaygı-endişe hali olduğu için, otomatik düşünceler gelecektir. Fark ettiğinizde, o düşüncelerle savaşmayın, geçip gitmesine izin verin ve dikkatinizi hedefiniz üzerine sakince odaklamaya çalışın. İşte şimdi problem çözmeye başladınız 🙂
Sevgilerimle,
İlknur Okay, MSc. Psych.
Kaynaklar :
Llera, S. J., & Newman, M. G. (2020). Worry impairs the problem-solving process: Results from an experimental study. Behaviour Research and Therapy, 135, 103759. https://doi.org/10.1016/j.brat.2020.103759
Sugiura, Y. (2007). Responsibility to continue thinking and worrying: Evidence of incremental validity. Behaviour Research and Therapy, 45(7), 1619–1628. https://doi.org/10.1016/j.brat.2006.08.001
Sungur, M. Z. (2020). Belirsizlikle Barışmak Kaygı ve Endişeyi Yönetmek (12.baskı). Destek Yayınları.
Aynı anda tek bir iş
- At Haziran 20, 2018
- By okayilknur
- In Yaşam keyfi
- 0
“The Organized Mind” kitabında Nörobilimci Daniel Levitin, beynimizin ne kadar fazla bilgi bombardımanına maruz kaldığını şu sözlerle anlatıyor : “2011 yılı itibariyle Amerikalılar, 1986 yılına göre her gün tam 5 kat fazla bilgi atağına uğruyor. Bu da 175 gazete içeriğine eşit. İşi saymazsanız, sadece bize ait zamanlarda bile beynimiz her gün 34 GB veya 100,000 kelimeyi işlemek zorunda”
Bu kadar fazla bilgiyle başa çıkabilmek için işte, evde hepimiz birden fazla işi aynı anda yapmak zorunda kalıyoruz (multitask). Tam da bu nedenle hem yaptığımız işlerin verimi, hem kalitesi hem de mutluluk verme oranı düşüyor. Çünkü insan beyni aynı anda bir çok işi yapmak üzere tasarlanmamış, aynı anda sadece bir işe odaklanabiliyor. Ancak işler arasında hızlı geçişler yapabiliyor, bu da telefonunuzda birden fazla uygulamanın aynı anda açık olması gibi, birinden ötekine geçebiliyorsunuz. Birinden diğerine bu hızlı geçişler ise beynininiz için yüksek miktarda enerji kaybı demek.
Oysa bir işe odaklanmak, hem enerjinizi hem kapasitenizi kullanmak ve uzun vadede ortaya çıkardığınız işten memnun olmak için önemli. Odaklandığınız işe vereceğiniz 1 dakikalık bir ara bile sizin yeniden odaklanmanızı çok daha fazla geciktiriyor. Örneğin, tam yemek yaparken kapının çalıp komşunun tuz istemesi ve sizin tuzu getirip ona vermeniz diyelim ki 2 dakika aldı. E bu arada bir de cep telefonunuza baktınız mesaj var mı diye, telefonu elinize almışken facebook’a da bir göz attınız derken yapılan bir araştırmada bakmışlar ki, sizin tekrar yemek pişirmeye dönmeniz 23 dakika 15 saniyeye kadar uzamış ! İş yerinde de bu böyle, tam odaklanmış bir işi yaparken yanınıza gelen bir iş arkadaşınızın soracağı kısa bir soru, sizin geri odaklanmanızı aynı şekilde uzatıyor –açık ofisi icat edene ne diyeyim bilemedim.
Peki sonuçta ne oluyor; ister evde yapılacaklar olsun ister işte, daha fazla stres yükleniyoruz, bunalıyoruz, “hiçbir şeye yetişemiyorum” duygusu benliğimizi sarıyor. Bunun sonucunda salgılanan stres hormonlarıyla sağlığımız zarar görüyor.
Başka çalışmalarda ayrıca keyifli de olsa birden fazla şeyi aynı anda yapmaya çalışmanın bile o aktiviteden alacağınız mutluluğu düşüreceği paylaşılıyor. Örneğin güzel bir manzaranın karşısında, sevdiğiniz şarkıyı açtığınızda keyfinizin iki katına çıkmadığını, manzarayı ayrı seyredip sonradan müziği dinleseniz daha uzun süre mutluluk hissedeceğinizi belirtiyorlar.
Madem beynimiz aynı anda tek bir konuya odaklanmak üzere gelişmiş, o zaman en akıllıcası zamanı bölerek kullanmak ve bu arada olabilecek tüm kesintileri engellemeye yönelmek olmaz mı? Evde veya işte Pomodoro metoduna göre 25 dakikalık kesintisiz süreçlerde yapacağınız işlerden daha fazla verim alacağınızı göreceksiniz. Kural şu; 25 dakika içinde ne yapacağınıza karar vereceksiniz, telefonunuzun, kapınızın vs çalmasını engelleyeceksiniz ve sonucu düşünmeden sadece elinizden gelenin en iyisini yapmaya odaklanarak bu süreyi kullanacaksınız. Sonra 5 dakika ara verip, tekrar 25 dakikalık başka bir konsantrasyon sürecine geçebilirsiniz. Ben bireysel çalıştığım öğrenciler veya çalışan annelerde ve de kendimde bu metodun gerçekten çok faydasını gördüm. Küçük bebeği olan anneler ise, 25 dakikaları belki tutturamazlar, ama onlar için de tavsiyem her yapacakları iş için belli bir süre koyarak, aynı anda tek bir işe odaklanmaları. Bebeğiniz / küçük çocuğunuz dışında sizi bölen, işinizi kesintiye uğratan engelleri ne kadar azaltırsanız, hem işiniz o kadar daha çabuk biter, hem siz daha az stres olursunuz, hem de yaptığınız bitirdiğiniz işten memnun olursunuz.
Ekran ne kadar masum ?
- At Mart 01, 2016
- By okayilknur
- In Ebeveyn Koçluğu
- 0
Biliyorum çocukların ekranlı alet kullanımı ile ilgili pek çok yerde pek çok farklı görüş okuyorsunuz. Kaç yaşından itibaren tablet, akıllı telefon, bilgisayar vs kullanabilirler, ne kadar süre kullanabilirler, hatta ne süreyle televizyon izleyebilirler gibi konular anne-babaların sürekli gündemini işgal ediyor.
Geçen aylarda katıldığım El Bebek Gül Bebek Derneği’nin düzenlediği “Sınıfımda Prematüre Var” konferansında dinlediğim Prof Dr Yankı Yazgan, ekranlı cihazlar konusunda aileleri bir kez daha uyardı. Dil gelişiminde gecikme olan çocukların kaç yaşında olursa olsun mutlaka tv, tablet, telefon gibi cihazlardan uzak tutulması gerektiğini belirtti. Hatta attığı tweet’inde zamanında doğan çocuklar için de ekranlı alet kullanımının zaruri bir ihtiyaç olmadığı, 3 yaş altında hiç olmadığını belirtti.
Çok ilgiyle takip ettiğim saygın Amerikan Pediatri Derneği (AAP), bu konuyla ilgili bazı önerilerini Ekim2016’da tekrar güncelleyeceğini belirtiyor. Yaptıkları araştırmalar çocukların günde 7 saatlerini ekranlı cihazlar karşısında geçirdiklerini göstermiş ! Bunun da dikkat problemleri, okulda zorluklar, yeme ve uyku bozuklukları ve obeziteye yol açabileceğini belirtiyorlar.
Elbette, değişen dünyada dijital alanlar bu denli gelişmeye devam ettikçe, çocuklarımızı sonsuza dek bu cihazlardan uzak tutamayız. Öte yandan olası zararlarının sonuçlarını öğrenmek için de yıllarca sürecek araştırma sonuçlarını bekleyemeyiz. Her zamanki gibi orta yolu bulmak işi yine biz anne-babalara kalıyor.
Peki ne yapılabilir ?
- 3 yaşına dek mutlaka ekranlı aletlerden çocuklarınızı uzak tutmalısınız. Bu dönem beyin gelişmesinin hızla sürdüğü ve çocukların öğreneceklerini ekranlardan değil, diğer insanlarla ilişkilerden öğrendiği dönem.
- Evde ekransız alanlar yaratmak. Çocuk odasında, bilgisayar, tv, oyun konsolları gibi aletlerin olmaması, yemek saatlerinde tv’nin kapatılarak ailenin sohbet edeceği bir ortam yaratılması çok önemli
- Büyük çocukların ve ergenlerin bu aletleri eğlence için günde 1-2 saatten fazla kullanmasının engellenmesi
- Dijital dünyada güvenli olmaları için sizin ne oynadıklarını, hangi sitelere girdiklerini bilmeniz ve denetlemeniz (bunun için özel filtre programlar da var)
- Çocuğunuza rol model olmanız, sizin de eve geldiğinizde, telefonunuzu, tabletinizi bir kenara bırakıp, bu şekilde çocuğunuza örnek olmanız çok önemli. Hatırlamak gerekir ki, çocuklar anne-babalarının dediklerini değil, yaptıklarını yaparlar J
Son not olarak eklemek isterim ki yapılan bir araştırma* konuşup şarkı söyleyen, ışıkları yanan, müzik çalan ve “eğitici” olarak nitelendiren bazı oyuncakların beklenenin aksine çocuklardaki dil gelişimini olumsuz etkilediğini ortaya çıkardı. Erken dil gelişiminde elektronik oyuncakların yerine geleneksel ebeveyn-çocuk oyunlarının ve kitap okumanın teşvik edilmesi istendi. Mutlaka bunun karşısında yapılacak ve bu tip “eğitici” oyunların çocukların gelişimine yaptığı katkıları gösterecek araştırmalar da olacaktır. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi, zaman hızla akıp gidiyor, çocuklarımız büyüyor ve bizim bu araştırmaların ortak bir sonuca varmasını bekleyecek zamanımız da yok.
Burada çocuğumuzun iyiliğini gözetip, dengeyi kurmak biz anne-babalara kalıyor. Sadece yemek yesin veya biz biraz kafamızı dinleyelim diye çocuğu ekranlı aletlere yöneltmek veya “eğitici” dendiği için içeriğe dikkat etmemek bugün veya ileride çocuğumuza istemediğimiz zararlar verebilir. Ekran zamanını kısıtlayarak , açık havada ve akranlarla oynamaya yöneltmek, bizim onlarla yapacağımız oyun ve aktiviteleri arttırmak bugün için en güvenli çözüm olarak görünüyor.
Sevgilerimle,
İlknur Okay
ilknurokay@hotmail.com
*Association of the Type of Toy Used During Play With the Quantity and Quality of Parent-Infant Communication, Anna V.Sosa, PhD
Dışa dönük anne olarak içe dönük çocuk yetiştirmek
- At Ocak 17, 2016
- By okayilknur
- In Ebeveyn Koçluğu
- 0
Utangaç, çekingen, insanlardan kaçan vs pek çok tanım kullanılır içe dönük çocuklar için. Oysa ki, uzmanlar onları “duygularını sesli olarak paylaşmak yerine daha çok içlerinde yaşamaktan memnun olan insanlar” olarak tanımlıyorlar . Gördüğünüz gibi burada “yapamamak” yok “tercih” var. Yani kendiyle olmayı sevmek, bir topluluğa girdiğinde yüksek sesle var olduğunu göstermek yerine daha sakin kalmayı ve önce ortamı gözlemlemeyi istemek, yüksek sesli ortamlar yerine daha sesli ortamlarda rahat etmek, mutlaka bir toplulukta üst sıralarda veya lider olmak arzusundan çok takım elemanı olmaktan mutlu olmak ve tüm bunları tercih etmek!
Peki eğer siz dışa dönük bir anneyseniz, böyle bir çocuğunuz olduğu için endişelenir misiniz? Çoğunlukla bu sorunun cevabı evet. Hatta çocuğunuzun utangaç, insan içine giremeyen, oyunlarda lider olamayan, duygularını kolaylıkla ve yüksek sesle açıklayamayan biri olduğunu ve içine attığını düşünerek epeyce de panik yaşarsınız. Böyle olmaması için yönlendirmeye, onun için sosyal programlar yapmaya, hatta onun adına arkadaşlar edinmeye çalışıyorsanız paniğiniz iyice artmış demektir.
Oysa unutmamanız gereken, içe dönük çocuğunuzun aslında böyle olmaktan bir şikayeti olmayabileceğidir ve yapılabilecek en büyük yanlışlardan biri de onu dışa dönük olmak için motive etmeye çalışmaktır. Bu tıpkı eskiden solak çocukların sağlak olmaya zorlanması gibi son derece yanlış bir tutum! Anne olarak içten içe onun da aslında dışa dönük olmak, o yanını ortaya çıkarmak istediği gibi bir yanılgıya kapılmayın. Sizin dışa dönük hayatınız size göre şahane olabilir, ama aslında içe dönük birine, çok fazla uyaran içeren, huzursuz ve hatta rahatsız edici gelebilir.
İşte size bazı ipuçları :
- İçe dönük çocuğunuz illa sahne ışıkları altına koymaya çalışmayın, hem gerçekten hem de metaforik olarak. Okul dramasında başrolü almak, eğer kendisi istekli değilse, ona bir yarar sağlamayacak tersine belki de kendine olan güvenini zedeleyecektir. Belki sahne arkasında, yaratıcılık gibi başka yönlerini ortaya çıkaracak görevler ya da daha küçük roller ona daha iyi gelebilir. Metaforik olarak bakarsak da, tüm dikkatlerin onun üzerine toplanacağı ortamlar da eğer yine istekli ve hazır değilse stres ve kaygısını arttırabilir.
- Bazı hallerde takım sporları yerine bireysel sporları tercih edebilir, bu seçimine saygı göstermek gerekir.
- Her zaman önüne çıkan farklı seçenekleri ona gösterebilir ve denemesini isteyebilirsiniz, ancak kabul etmezse hayal kırıklığına uğramayın. İçe dönük çocuklar kendi olgunlaşma süreçlerinde doğru zaman ve mekanlarda yeni şeyleri denemeye heves gösterirler. Bir şey sadece popüler olduğu için denemek istemeyebilirler. Onun kendi doğal ritmine saygı gösterin.
- Karşılaştırmaktan kaçının. “Bak arkadaşın doğum günü partisinde dans ettiği için çok eğleniyor, haydi sen de yap” veya “bak kardeşin parkta diğer çocuklarla ne güzel oynuyor” gibi söylemler, ona kendinde bir “bozukluk” olduğunu düşündürebilir.
- Yalnız kalmak istediği zamanlara saygı duyun, çünkü bu kendisini tekrar şarj etmek için duyduğu bir ihtiyaçtır
- İçe dönük çocuklar havadan sudan konuşmaktan hoşlanmazlar. Yeni biriyle tanıştıklarında hemen muhabbet etmeye başlamasını beklemeyin. Bunun yerine öncelikle o kişiyle arasında bir güven köprüsü kurulmasını bekleyin.
- Oyun gruplarını değil bir oyun arkadaşını tercih edebilirler. Böylelikle onunla ilişkisini daha güvenli hissettiği bir ortamda ve acele etmeden derinleştirmiş olur. Gruplar yerine, arkadaşlarıyla birer birer oynaması için zamanlar oluşturun.
- İçe dönük çocuklar, hızlı ve düşünmeden oynanan oyunlar yerine, daha yavaş ve yaratıcı düşünceye ve hayal gücüne hitap eden oyunları oynamaktan hoşlanırlar. Paten kaymak, resim yapmak, yüzmek, yap-boz, bisiklete binmek, okumak, yazmak gibi aktivitelerden hoşlanabilirler.
Son olarak, içe dönük çocuk duygularını kolaylıkla dışa vurmuyor, daha çok içinde yaşıyor diye sevinçleri, öfkeleri, kırgınlıkları yok demek değildir. Örneğin bir anlaşmazlık sırasında dışa dönük çocuklar bunu bağırıp çağırma, öfke nöbeti veya ağlama ile dışa vurabilirken, aynı durumdaki içe dönük bir çocuk pek çok duyguyu içinde yaşar ve stres olarak biriktirir ve ancak artık taşıyamayacak duruma gelince taşar. İçindeki duyguları akıtmak için sanat veya drama çalışmaları (elbette tercihine göre yalnız veya onun seçeceği bir arkadaşla) yapması ona yardımcı olacaktır.
Eşler ne zaman baba olur ?
- At Aralık 21, 2015
- By okayilknur
- In Ebeveyn Koçluğu, Yaşam keyfi
- 0
Hamilelikle beraber mi, yoksa doğumdan sonra mı? Elbette kişiden kişiye bu sorunun cevabı değişebilir ama hamilelikte, annenin yaşadığı hormonal hazırlığı yaşamayan baba adaylarının hamilelik döneminde genellikle bebek sahibi olmayı “soyut” bir şekilde yaşadıklarını söyleyebiliriz. Annenin rahmine düştüğü andan itibaren, o bebek için çalışan kadın vücudu, ruhu ve zihin üçlüsü inanılmaz bir değişim geçirirken, baba adayı bu değişikliklere sadece tanık olur.
Bazen de annenin yaşadığı duygusal iniş çıkışları anlamakta ve tolere etmekte zorlanır. Bence babaya hamilelik boyunca düşen en büyük görev bunca değişikliği yaşayan anneye iyi bakmak ve şefkat göstermektir 🙂
Doğumla birlikte ise bambaşka bir macera başlar. Anne bebek veya bebeklerine bakabilmek, yetebilmek için müthiş bir maratona başlar. Evde anneanne ve babaannenin eklenmesiyle genelde bir kadın enflasyonu da oluşur. Bir anda “yeni” baba, kendini sürecin çok dışında kalmış hissedebilir. Lohusalık döneminde eşine kırılan, kendisinin bebek nedeniyle ihmal edildiğini düşünen pek çok babayla tanıştım. Tabi tam tersi, bu sürece kendini kaptırıp, anneden çok annelik yapmaya çalışan, bebeğin yediğinden, emdiğinden, altının değiştirilmesine her şeye gereğinden fazla karışan bir baba grubuyla da tanıştım 🙂
Hastanede doğumun arkasından genelde 2 tip davranış seti oluyor :
- Anne, kendi annesi veya kayınvalidesinin yardımıyla emzirme, alt değiştirme ve kişisel bakım işlerini hallederken, dışarıda misafirleri ağırlama işiyle ilgilenen ve sürece dahil olamayan babalar
- İlk andan itibaren hazır olup olmadığına bakılmaksızın emzirme, gaz çıkarma vs bütün işlerle ilgilenmeye zorlanan babalar
Peki ne olmalı ? Elbette yine burada “denge” kavramı işin içine giriyor. Hastanedeyken (hele de ilk bebekse) mümkün olduğu kadar aile büyüklerinin bebekle ilgili işleri üstlenmesi, bu şekilde yeni anne-babaya, konuşmaları, paylaşmaları ve birbirleriyle ilgilenmeleri için baş başa ve sakin zamanlar bırakmaları çok yararlı olacaktır. Taburculuk öncesi yenidoğan ekibi tarafından bebek bakımı ile ilgili bir eğitim verilecekse, anne-babanın, bebeğe daha sonra bakacak bir kişi ile birlikte bu eğitimi almaları işleri kolaylaştıracaktır.
Eve çıkışla birlikte, emzirme sonrası anneye dinlenme zamanı tanınması, babanın da ev ve bebekle ilgili bazı sorumluluklar üstlenmesi kendini dışarda hissetmemesi için önemlidir. Tam da burada devreye babalık izni giriyor elbette. Nisan 2015’te çıkarılan yasaya göre çalışanların 5 işgünü ücretli izin hakkı var. Elbette çok az! Ebeveyn dostu şirket kavramı içinde ABD’de bazı şirketlerde yeni babalara 6 haftaya varan ücretli izin hakkı var. En kısa zamanda ülkemizdeki izinlerin de uzatılmasını diliyorum. Babalar ne kadar çok bebekleriyle vakit geçirip, doğumdan itibaren bebek bakımına katılırlarsa o kadar erken “baba” olurlar.
Sevgilerimle,
Ya şundadır, ya bunda
- At Aralık 17, 2015
- By okayilknur
- In Ebeveyn Koçluğu, Yaşam keyfi
- 0
Bu kadar fazla seçeneğin olduğu bir dünyada çocuk olmak da zor, ebeveyn olmak da. Çeşitlilik, alternatif zenginliği iyi de bazen insanlarda neyi seçseniz daha fazlasını kaybediyormuşsunuz hissi uyandırıyor.
Eğer seçim yaparken ihtiyaç ve isteklerinizi tam tanımlamamış olursanız, çocuğunuzu göndereceğiniz okulda neyi kazandığınıza değil, göndermediğiniz okullarda neleri kaybettiğinize odaklanabilirsiniz. Sizin ayak izinizden yürüyen, yani sizden öğrendiğini uygulayan çocuğunuz da bu kez, aldığı oyuncağa sahip olduğuna sevinmek yerine almadıkları için hayıflanarak geçirebilir zamanını.
Bunu nasıl engelleyeceğiz peki ? Yukarıda bahsettiğim gibi, her konuda bu kadar fazla seçeneğin olduğu bu tüketim dünyasında önce ihtiyaç analizi yapmak gerek. İhtiyaçlar yetmez elbet, neyi niçin istediğinizi düşünerek keyif duygunuza da hizmet etmelisiniz. Seçeneklerin arasından hangisinin isteğinize ve ihtiyaçlarınıza uygun olduğu sorusunun cevabından sonra, son soru da onu seçtiğinizde ihtiyacınızın ne kadar uzun süreyle karşılandığı ve keyfinizin ne kadar uzun süreceği…
Bu yöntemi çocuğunuza da öğrettiğiniz zaman, hem sahip olduğuyla daha fazla ve uzun süreli mutlu olacak, hem de bilinçli bir seçim yaptığı için kendini daha fazla tatmin olmuş hissedecektir.
Unutmayalım, dünya seçenekler dünyası ve her şeyin daha iyisi daha güzeli daha ….. (boşluğu istediğiniz gibi doldurabilirsiniz) var. Bilinçsiz yapılan seçimlerde aklınız o hep “daha …”da kalabilir. Seçmek özgürlüktür ve bilinçli seçimler hem özgürlük hissinin, hem de tatmin duygusunun daha uzun süreli tadını çıkarmanıza neden olur.
Çocuğunuzun Kaç Ebeveyni Var ?
- At Kasım 30, 2015
- By okayilknur
- In Ebeveyn Koçluğu
- 0
Saçma bir soru gibi mi geldi ? Elbette iki mi diyorsunuz ?
Oysa dünyaca ünlü oyun terapisti Bryon Norton 3 ebeveyn olduğunu söylüyor. Anne-babadan sonraki 3.ebeveyn anne ile baba arasındaki ilişki ve bu aynı zamanda çocuğunuz üstündeki en etkili olan.
İlk defa bunu duyduğumda, biraz düşünme ile bile hak vermiştim. Çocuk yetiştirme konusunda farklı düşünen annesi babası arasında kalan çocukları veya aynı konu ile ilgili farklı öğretiler aldığı için kafası karışan çocukları düşündüğünüzde siz de eminim Byron Norton’a katılacaksınız. Çocuk sahibi olmaya karar veren kişilerin sadece iyi anne veya iyi baba olmaları yetmiyor, aynı zamanda ortak ebeveynlik yaklaşımlarını oluşturmuş olmaları gerekiyor. İnanın anne babanın ortak dili konuşması ve benzer tavırlar sergilemesi çocuğun kendini güvende hissetmesi için çok önemli. Anne-babanın birbirlerine karı-koca olarak davranışları da çok değerli çocuk için, çünkü çocuğun evi onun dünyası. Bu dünyanın huzur dolu olması; onun sakin, birbirine saygılı bireyler tarafından oluşturulmasına dayanıyor. İlk iletişim örnekleri, ilk farklı düşünceleri tartışma becerileri en erken zamanlardan itibaren anne-baba arasındaki diyalogları izleyerek öğreniliyor. Hem de öyle bir öğrenme ki bu sadece sözlerle değil, duygularla nakşediliyor küçük beyinlere ve ruhlara.
Peki nasıl kurulacak bu ortak ebeveynlik felsefesi ? Öncelikle tamamen farklı iki aileden gelen ve farklı yetiştirilme stillerine sahip insanlar olduğunuzu kabul ederek. Biri ötekinden iyi veya kötü değil, sadece farklı ! Bunun üzerine farklı eğitimler, yaşam tarzları, deneyimleri, meslekler de eklenmiş durumda elbette. Ama sizin birbirinizi eş olarak seçmenize neden olan temel değerleriniz var ortak paydada. İşte bu ortak değerlerden başlamak gerek işe… Sonra kendi anne-babalarınızı düşünerek, onların iyi yaptığını düşündüğünüz kuralları, stilleri karşılıklı konuşup üzerinde birlikte karar vererek ebeveynlik felsefesi temel kitabına ekleyebilirsiniz. Tabi ki gayet dinamik bir kitap olacak bu… Bazen işe yaramayan tarafları değiştirmeniz, büyüyen çocuğunuzun ihtiyaçlarına uygun başka maddeler eklemeniz gerekecektir. Tüm bunları yaparken elbette çocuğunuzun ihtiyaçlarını ön plana alacak ve onun gelişip tomurcuklanması için gereken ortamı oluşturmayı amaçlayacaksınız. Yine her zaman belirtmeyi sevdiğim gibi “mükemmel anne-babalık yoktur”. Mutlaka mükemmel yapacağım diye kendinizi tüketmeyin. Onun yerine her an gelişime, öğrenmeye ve değişime açık olarak “o an bildiğinizin en iyisi”ni yapmaya çalışın.
Sevgilerimle…
ABC Dünyası Ekim’15 yazısı
Çalışan annenin bitmek bilmeyen vicdan azabı
- At Kasım 05, 2015
- By okayilknur
- In Ebeveyn Koçluğu
- 0
Kızlarımı yuvaya bıraktığım bir sabah, daha önceki tüm gösteri ve etkinliklerine katıldığım halde, o günküne katılamayacağımı söylediğimde duyduğum “anne sen de hep böyle yapıyorsun, hiç bir şeyimize gelmiyorsun” sözü hançer gibi saplanmıştı yüreğime. Oysa iş yerimin yakınında bir yuvayı tercih etmiş, her sabah onları kendim yuvaya getirmiş, ufacık rolleri de olsa “aman, kendilerini eksik hissetmesinler” diye potansiyel izin avcısı damgası yemek pahasına, nefes nefese koşmuş ve onları tüm kalbimle alkışlamıştım. Niyetimin içinde, tabi ki onların gelişiminin her aşamasına tanıklık etmek kısmı da vardı -e bu da kendim için-.
Çalışan kadınlar olarak eminim pek çok anne profesyonellik mi annelik mi açmazına sık sık düşmüş ve kendini zaman zaman iki konuda da eksik hissetmiştir. Oysa yukarıda verdiğim örnekten de anlaşılacağı üzere “mükemmel annelik” diye bir kavram yoktur, çalışan veya çalışmayan anne olun farketmez, mutlaka çocuğunuzun eksik bulacağı bir şey olacaktır 🙂
Bu nedenle “mükemmel iyinin düşmanıdır” sözünü hatırlayarak, mümkün olan en iyi dengeyi nasıl kuracağımıza bakalım :
- Planlama yapma : Çocuklar yuvaya başlamadan önce -hastalıklar dışında- göreceli olarak planlama yapmak ve de uyabilmek daha kolaydır. Haftalık ve aylık planları hazırlayıp, evinize tüm ilgili kişilerin (bakıcı, baba vs) görebileceği bir yere asarsanız, herkesin haberi olacağından daha emin olabilirsiniz. Yuva ve okul zamanındaysanız, dönem başında okulun gezi vs programlarını da sormayı unutmayın. Okul baştan böyle bir plan verebilecek durumda değilse, sınıf annesi ile yakın ilişki kurarak, programlardan önceden haberdar edilmenizi rica edebilirsiniz.
- İyi bir organizasyon : Plan çıktıktan sonra, kimin neyi ne zaman yapacağını paylaştırın. Anneanne/ babaanne/ teyzeler / halalar / dedelerden yardım istemekten çekinmeyin. Sizin katılamadığınız etkinliklerde aileden başka birinin olması halinde vicdan azabınız hem azalacak, hem de video kayıtlarını izleme şansını yakalayacaksınız. Organizasyon, işleri delege edebilmek, işyerinizde de hayatınızı kolaylaştıracaktır.
- Hayatı basitleştirme : Aslında çok geniş bir kavram tabi. Burada bahsettiğim, market alışverişini internetten yapmak, kuaför vs işlerinizi mümkün olduğunda öğlen tatillerinde halletmek, yani iş sonrasına en az işi bırakarak, zamanınızı çocuklarınızla geçirmeye çalışmak ve de en önemlisi, iş-ev-okul/yuva üçgenini özellikle büyük şehirlerde mesafe olarak en yakın tutmak. Örneğin İstanbul gibi bir şehirde, ne sizin ne de çocukların çok uzun süreleri yolda geçirmemesi gerek ki birlikte olmaya zaman kalsın.
- Kaliteli zaman geçirme konusuna çok da kafayı takmamak : Birlikteyken mutlaka çooook detaylı aktiviteler, x,y,z eğitim metodlarının önerilerini uygulamak değil, sadece o anların çocuğa tam odaklanılmış ve karşılıklı paylaşımın olduğu zamanlar olması önemlidir. Yemek masasında edilen sohbetler, evin içinde oynanan yakalamacalar, siz yemek yaparken oyun hamuruyla taklit edilmeniz, havalar güzelken parkta sallanmak, birlikte top oynamak kısa süreli de olsa, telefon veya maillerinize değil, çocuğunuza odaklıysa gayet “kaliteli” zamanlardır. Benim en değer verdiklerimden biri, uykuya dalmadan hemen önce yapılan kısa sohbetler ve paylaşılan sevgi sözcükleri 🙂
- Çocuğunuza işinizden bahsetmek : Onun desteği ve onayı olmadan, iş hayatınızı sürdürmek kolay değil. Anlayabileceği yaşlardan itibaren işinizle ilgili konuşmak, işinizi ona sevdirecek paylaşımlarda bulunmak çok önemli. Böylece küçük müttefikinizle paylaşacak minik sırlarınız, size vereceği öneriler ve yaratıcı fikirler için de bir alanınız olacak 🙂
ABÇ Dünyası Nisan’15 sayısı
Sağ beyin mi sol beyin mi ?
- At Kasım 21, 2013
- By okayilknur
- In Yaşam keyfi
- 0
Sağ beyin mi sol beyin mi ?
İnsanlar kendini mantıklı ya da duygusal olarak tanımlarken aslında beynin hangi yarımküresini daha aktif kullandıklarını mı belirtiyorlar ?
Peki madem elimizde birbirinden iyi çalışan 2 yarımküre ve bunları birleştiren bir bağlantı var, ikisini birden uyum içinde kullanmazsak olabilecekler aşağıdaki eğlenceli videoda 🙂 Videonun altında hangi tarafınızın daha gelişmiş olduğunu ölçmek için kullanabileceğiniz bir test var.
Brain Divided from Cartoon Brew on Vimeo.
Sağ ya da sol beynin baskın olup olmadığını belirlemek için aşağıdaki testi yapabilirsiniz :
Cevaplarda ‘A’ şıkkının sayısı fazla ise sağ beynin daha gelişmiş olduğu anlamına geliyor, ‘B’ şıkkı çok ise sol beynin etkin olduğu anlamı çıkıyor.
Okuldayken hangi dersleri daha çok severdiniz?
a)Türkçe, resim, sosyal vb.
b)Fenle ilgili olanları.
2-Hangi tip sporları yapmaktan hoşlanırsınız?
a)Tek başına yapılan sporları
b)Takım sporlarını.
3-Gördüğünüz rüyaları hangi sıklıkta hatırlarsınız?
a)Çoğunlukla hatırlarım,
b)Ender olarak hatırlarım.
4-Ellerinizi ve mimiklerinizi konuşurken ne sıklıkta kullanırsınız?
a)Çok kullanırım
b)Çok az kullanırım.
5-İki elinizin parmaklarını birbirine geçirerek kapatın. Hangi elinizin baş parmağı üstte kalıyor?
a)Sağ
b)Sol
6-Şu an saatin kaç olduğunu tahmin edin, şimdi saate bakın, yanılma payınız ne kadar?
a)On dakikadan fazla,
b)On dakikadan az.
7-Aşağıdakilerden hangisini daha kolay hatırlarsınız?
a)İnsanların yüzlerini,
b)İnsanların isimlerini.
8-İki gözünü açık tutarak elinizdeki kalemi, bir cam kenarı veya kapı kenarı ile hizalayın. Önce sol gözünüzü, sonra sağ gözünüzü kapatın. Hangi gözünüzü kapatınca kalem daha az oynuyor?
a)Sağ gözümü kapatınca
b)Sol gözümü kapatınca
Epiktetos’tan Mutlu Yaşam İçin Öğüt
- At Ekim 04, 2013
- By okayilknur
- In Yaşam keyfi
- 0
Epiktetos MS 50 yılında Pamukkale Frigya’da köle olarak doğmuş bir filozof. Efendisi tarafından Roma’ya getirilmiş ve MS 94’e kadar öğretmenlik yapmış. Sonra İmparator Domitianus tarafından tüm bilgelerle birlikte Nikopolis (Yunanistan)’a sürgüne gönderilmiş ve MS 130’da orada ölmüş.
- Ben mutlu ve dopdolu bir yaşamı nasıl yaşayabilirim ?
- Ben nasıl iyi bir kişi olabilirim ?
İşte bu 2 soruya yanıt bulabilmek Epiktetos’un tutkusu olmuş. Öğretileri yaşam sanatı üzerine odaklaşmış belli başlı düşünürler üzerinde çok büyük oranda etkili olmuş.
Ben de Epiktetos’un el kitabından aşağıdaki öğretiyi sizinle paylaşmak istiyorum :
Kontrol Edebileceğiniz ve Kontrol Edemeyeceğiniz Şeyleri Öğrenin:
Mutluluk ve özgürlük, bir tek ilkenin açık seçik anlaşılmasıyla başlar : Bazı şeyleri kontrol edebiliriz, bazı şeyleri edemeyiz. Ancak siz k bu temel kuralla yüzleştikten, neyi kontrol edebileceğinizi ve neyi edemeyeceğinizi öğrendikten sonra, içsel sakinliğe ve dışsal etkinliğe ulaşabilirsiniz.
Kontrolümüz altına alabileceğimiz şeyler, zanlarımız, şiddetli arzularımız, isteklerimiz ve bizi tiksindiren şeylerdir. Bu alanlar bizi doğrudan ilgilendiren şeylerdir; çünkü onlar doğrudan etki alanımız tarafından yönetilirler. Biz her zaman içsel yaşamlarımızın içindekiler ve karakterimizle ilgili bir seçime sahibizdir.
Bununla birlikte, kontrolümüz dışında olanlar, ne çeşit bedene sahip olduğumuz, zengin ya da fakir bir aileye doğmamız, diğer insanlar tarafından nasıl göründüğümüz ve toplumdaki düzeyimiz gibi şeylerdir. Bütün bu şeylerin dışsal olduklarını ve dolayısıyla bizi doğrudan ilgilendirmediklerini anımsamalıyız. Kontrol edemeyeceğiniz ve değiştiremeyeceğiniz şeyleri kontrol etmeye ve değiştirmeye çalışmamız, yalnızca şiddetli bir acı duymamıza neden olur.
Anımsayın, güç alanımız içindeki şeyler doğallıkla emrimiz altındadır, kısıtlanamaz ve engellenemez; fakat güç alanımız dışındaki şeyler zayıf, bağımlı ya da başkalarının geçici heves ve edimleriyle belirlenen şeylerdir. Şunu da unutmayın ki, eğer siz doğallıkla sizin kontrolünüz altında olmayan şeyler üzerinde yönetme özgürlüğünüz olduğunu düşünürseniz ya da başkalarının işlerini sanki kendi işinizmiş gibi benimserseniz, bu çabalarınıza engel olunduğunda “siniriniz bozulur”, “endişeye kapılırsınız” ve “başkalarının hatalarını arayan” bir insana dönüşürsünüz.